21 Eylül 2018 Cuma

22/09/18 blogun her zamanki fontunu unuttum

01:43

Burkay...Burkay gözlerimin ışıltısı, kalbimin her atışında damarlarıma yayılan o coşku...Burkay. Bu ismi söylerken dudaklarınız önce öne doğru büzülü- şaka yapıyorum Nabokov'un malum rezil kitabından giriş çalacak değilim.
Burkay bunu hak etmiyor, o eşsiz.

Burkay bana kızar ve onu umursamadığımı söyler, o duygusaldır bense gerçekten umursamazım.
Burkay beni çok iyi anlar, söyleyeceklerimi veya hislerimi önceden tahmin eder bense ona inat tahmin edemediğini iddia ederim.
Burkay iyi kalplidir, salih amel birikmişi benden fazladır belki de ama Burkay iyi olma iddiasında olmamıştır hiçbir zaman. Bense iyi olduğuma kalıbımı basarım.
Burkay bana harika hediyeler almıştır, hepsi kedi içerir, ben ona kitap aldım hep, hepsi yok oluş içeriyor.
Burkay bazen eskisi gibi hissetmediğini söyler, ben ona bebek muamelesi yapınca fabrika ayarlarına döner. Burkay bir çocuk olmak ister.
Burkay zeki ve entelektüeldir, her soruma cevap verir. Bu yönüne değinilince "Google entelektüeliyiz, ne var bunda?" der. Yani Burkay mütevazıdır. Aynı ben.
Burkay kıskançtır hem de olmaması gereken düzeyde. Bazen sınırları aşar sonra bunları telafi eder sanar ki yapması gerekeni yapınca ona müteşekkir olmalıyız...Yoksa o ben miydim?
Burkay kedileri sever, eskiden çok soğuktu kedilere karşı. Aslında Burkay her şeye böyledir, yapmam dediği şeyleri yapmaya başladı son zamanlarda sevmediklerini de seviyor artık. Burkay kıpkırmızı çizgiler çizmemek gerektiğini biliyor ama kıpkırmızı çizgiler olmadan yaşamak da istemiyor.
Burkay o hayal kurarken hayalinin aksi yönünde bir şey söylememden nefret eder, gerçeklerle yoğrulmuştur hayatı boyunca, hayalini bozunca sinirlenir. Ben de hayallerini bozarım hep...Denize sıfır bir köyde mi yaşayacağız bu mudur yani?
Burkay sabırsızdır, acele eder. Ben plansız hareket etmektense fırsatları kaçırmayı yeğlerim. Bu Burkay'ı deli eder.
Burkay çocuksudur, öfkesi bir çocuğun öfkesidir, görebilecek kadar şanslıysanız sevinci bir çocuğunki kadar şendir. Burkay bir çocuktur, Burkay olmak istediği şeydir ama istediği gibi değildir. Bunu da bir ben bir de Burkay anlarız.

Burkay benim buraya bugüne kadar yazdığım her bir karakter ve boşluktan daha kalabalıktır. Burkay'ı sevmek saadeti, içimde ikinci bir insan gibid- şimdi de Nazım'dan kapanış çalmayacağım, hayır. Burkay eşsizdir, daha iyisini hak ediyor. Her şeyin daha iyisini, en iyisini. Benden iyisini hak etmiyor yalnızca...Burkay'ı kimse böyle anlamaz, böyle anlatmaz. Anlamamış anlatmamıştır. Ben yine de her şeyi söylemiş sayılmam çünkü Burkay özetlenemeyecek kadar fazladır. Seni anlatmak benim için güç sevgilim, çekincem seni başkalarına açmaktı. Seni seviyorum Burkay, present simple tense ile devam edebilirim yazıya. Seni seviyorum, burada bitiriyorum. Yazıyı. 

25 Haziran 2018 Pazartesi

birkaç sefer özensiz

03:34

ekşi ter kokusundan bayılacaktım. gerçekten. neyse ki çok kısa sürdü bu durum. diğer metroda gördüğüm kadın 27-28 yaşlarında gösteriyordu ancak saçları beyazlar ile doluydu. küllü kahverengi saçlarının diplerine beyazlar hakimdi. "genç kadınlar genelde beyazlarından korkarlar" diye düşündüm. bu kadın korkmuyordu belli ki. yazarın adından çıkardığım kadarıyla fransız edebiyatından bir kitap okuyordu. ben de karşısında dikilip telefonuma onun hakkında bir şeyler yazıyordum. sonra bir de adam vardı, kızgın bakışlar dağıtıyordu çevresine. bir tanesinden nasibimi aldım ve önüme dönüp onun hakkında da yazmaya başladım. bir defa gördüğüm bu adamın göz altları o kadar derindi ki, derindi yani. bir de çocuk var, fenerbahçe bilekliği takıyor. benim ineceğim durağa kadar kafasını yerden kaldırmadı. karşıya baktığında fark ettim, dişi bir çocukmuş. ardından otobüsü beklerken bir kadın gördüm; kolunda barkod dövmesi vardı. elindeki poşetlerdeyse taze nane. gözlük sapları mordu, küpeleri ve çantası pembe. kim bir barkodu dövme yaptırır ki? ilerledikçe, gittikçe, uzaklaştıkça sürüyle insan görüyorum. çiftlerce göz görüyorum dudaklarca kelime duyuyorum. hiçbirini özümsemiyorum, hiçbir şeyi benimsemiyorum. her şeye yabancı, herkese uzak. pek de fena olmaz aylarca hiç kimseyle konuşmasak. yürüyorum. istikametime varıyorum. arkadaşlarımlayım, biri mavi giymiş ikisi kırmızı ikisi beyaz. ben siyah giymişim, ter izi çıkmıyor diye. konuşuyoruz aylarca konuşmadığım arkadaşlarımla, belki de yalanlar söylüyoruz. bir şeyleri saklıyoruz. herkes değişiyor ama benim insanlara olan tavrım daimi. üşüyorum, daimi soğukluk. bir kahve söylüyorum, içip kalkıyorum. dostlarımın yanından ayrılıyorum saat akşam 6. dolanıyorum, ter kokan bir metroya biniyorum, kitap okuyan bir kadın görüyorum, sert bakışlı bir adamdan bakışlarımı kaçırıyorum. yürüyorum. istikametime varıyorum. saat gece 3. 3'ü 23 geçiyor. telefonumu açıp bakıyorum da söylüyorum. bildirim düşmüyor telefonuma. anahtarı sokuyorum deliğe, çevirip açıyorum. gidiyorum yatağıma, kendimi öylece bırakıyorum. "ölsek kimin umrunda söyler misin bunu bana?" diye soruyorum kendime, "benim umrumda benim, benim." diye cevap veriyorum. uykuya dalıyorum. arkadaşlarımlayım, biri mavi giymiş ikisi kırmızı ikisi beyaz.

18 Mart 2018 Pazar

Ne tür bir yemek seti sizi bir birey olarak tanımlıyor?

Soruların sorulup cevapların şıklarla sunulduğu bir yazı olmayacak. Yazının amacı sizlerin sorular sorabilmesini sağlamak. Kimsenin sorgulama yetisine kuşku okları yönelttiğimden değil, birlikte bir karşı gelme anı yaşayalım istiyorum.

İnsanların soru sorma biçimleri reklamlardaki gibi, cevaplara koşullanmış olabiliyor.

''Yoksa siz hala denemediniz mi?''

Denemeliyiz yani.

''Hayatım, sen de bu yemek setini beğendin değil mi?''

Beğenmişim.

Aynı biçimde hayatın her alanında bir şeyleri yapmak durumundaymışız gibi yaratılmış sahte algılar, karar alacağımız sıradan veya kritik her anda bizi bekliyor.

"Bu davranışı büyütecek değilim herhalde."
"Bunu yapacak değilim."

Bizden beklenenleri diretenlerin sesleri bizim iç seslerimiz oluyor. Diretme dediğime bakmayın, artık kimsenin bir şey direttiği yok. Hayatın çoğu alanında tek doğru kabul ettirilmiş durumda. "Bu dediğine ahlak, töre, yasa, kural, düzen denir." diyebilirsiniz. Benim doğrularıma karşı gelmek kolay zaten.



İç sesleriniz -eğer kendi değerlerinizi oluşturup onlar çerçevesinde yaşamıyorsanız- çoğunlukla çevrenizden duyduklarınızın sizde yer edinmiş halidir. Küçükken, ateşe elinizi sürmemenizi size öğreten annenizin öğütleri her zaman bu kadar masum yardımlarla sınırlı kalmaz. Bir yaş sonra anneniz ''öyle'' çocuklarla fazla oynamamanız gerektiğini öğütler. Bir yaş sonra ''bu'' davranışlar için büyümüş olduğunuzu. Bir yaş sonraysa farklı bir şeye müdahale eder. Anneniz veya babanız -sizi kim büyüttüyse- (ikisinin özenini üzerinizde hissettiyseniz biraz daha şanslısınız) siz yaş aldıkça iç sesinize bir ses daha eklerler. Aslında birçok insan anne babalarının üst modelleridir. Onların fikirlerinin bir tık daha radikaline sahip yavrular. Herkesin düşünce yapısı anne babası tarafından şekillendirilir ama bir yere kadar. Baş kaldırma yaşları olan ergenlik dönemindeki düşünce yapılarımız onların tam tersi şekilde şekillenir. Bu isyan döneminde çocuklar doğru veya yanlış değil, aksini işlerler. Başlarına bela açılırsa anne ve babalarından aldıkları öğütlere daha sıkı bağlanırlar. Gelmezse, birey olma yolunda daha emin adımlar atma temelini oluşturmaya başlayabilirler. Görüyorsunuz, zihnimize kendi deneyim ve çıkarımımız olmadan atılmış her tohum aslında birer zehir. Ebeveynimizden evrilmemiş düşüncelerimizi ancak bu isyan yaşlarında oluşturabiliriz. Oluşturabilirdik. Eğer oluşturmamışsanız, hayatınız bundan daha iyi bir yere gitmeyecek demektir.



Kendine öğretilenin üzerine bir şey katmayan kişi, birey değildir diyorum. Birey olmak vatandaş olmak değildir. Birey olmak aile bireyi olmak da değildir. Birey olmak ve kimliğe sahip olmayı karıştırmayın. Kendi içinde, kendi sesini duyamamış bir insan; ona sunulanı sorgulamadan kabullenmiş ve kendine uymadığını söyleyerek reddetmek yerine, kendini ona göre şekillendirmek zorunda kalan bir insan kimliklere sahip olabilir ancak bahsettiğim düzeyde bir birey asla değildir. Bunu değiştirmek isteyen varsa eğer, annesinin ona öğütlediklerini bir gözden geçirsin. ''Saygısız olmak'' korkusuyla karşı gelmediğiniz insanın sözlerinin sizdeki etkilerinden başlayarak her şeyi sorgulayın. İster 15 olun ister 25 ister 35, bu dediklerim aklınıza yatıyorsa bir defa yapın. İnanın bana annesini dinlemeyip çamur yiyen, sert zeminlerde koşan çocukların hayatları sizinkinden çok daha farklı.



Bu yazıda yazılanların aksini düşünüyor olmanız benim çok da umrumda değil. Yazıyı dağınık, üslubu saldırgan bulduysanız bu benim problemim olamaz. Bir de yukarıda yazılanlar düşünce suçu teşkil ediyorsa, hiçbirini desteklemiyorum. İyi günler.



1 Ekim 2017 Pazar

01/10/2017

                                                   
                   22:58


Burada, işte son. Pişmanlıklarının, hatalarının sonu. Kendini öldürmek için yapman gereken her şeyi yapmalısın, her şey planlı. Uzun zamandır bunu bekliyordun. Son şarkı bittiğinde sana dair objeler ve yaşanmışlıklar dışında hiçbir şey kalmayacak. Herkesin içinde yok olacaksın. Bu hayatta kendin dışında hiçbir şeyin olmadı. Yanında kötü hislerin pişmanlıkların ve hataların dışında da bir şey götüremeyeceksin. Her zaman özel olmak istedin, özeli bilmeden özeli arzuladın. Uyum sağlayamadın, sağlamaya çalışırken yalpaladın, işlememen gereken suçlara ortak oldun. Kabul görmek için. Kendine acıma, bunları yapmayadabilirdin. Yapmayı seçtiysen ağlayışın hiç kimsenin umrunda olmayacak. Sen de ağlamayı kes, kendinle son dakikalarında başkalarını düşünmeyi de bırak. İnsan kendini her gün öldürmüyor amına koyayım. Son bir iki şarkın kaldı. Kendini öldürdüğün gece kusursuz olmalıydı, aceleye gelse de kendi çapınd bir etkisi olacak bu yok oluşun. Doğduğun günden bu yana kaç defa yaşadığını hissettin? What a Wonderful World dinlerken takdir edilecek bir şey göremiyor oluşun da senin hatan. Sen zayıfsın. Sen yok olacaksın. Birer parçan kaldı, çok az kaldı. İnsanlar sendeki değişime anlam veremeyecekler belki ama yolundan sapmayacaksın bu sefer. Yapmak istemediğin hiçbir şeyi yapmayacaksın, olmak istemediğin biri olmayacaksın asla. Sen çocukluğundan bu yana yaşadığın her kötü anıyı sileceksin. Olacağın kişiyi yaratacaksın. Laura, bu seninle son konuşmam. Laura, bundan sonra yalnızsın. Işığı sana bırakıyorum Laura. Kendini öldür Laura, eskide kal Laura.

14 Eylül 2017 Perşembe

15/09/2017

                                                                               
                                                                                     01:02

"İnsanların kötü hissettiğimizi anlamaları için intihar etmemiz mi gerekiyor?" diyor . Aksini iddia etmek istiyorum ama ben de katılıyorum buna. "Yani, konuşarak ifade edilebilecek şeyler bunlar." diyorum. boş boş bakıyor yüzüme. Buna gerçekten inanıp inanmadığımı soruyor. İfade edilebilirliğe inanıyorum, anlaşılırlıktan şüpheliyim. "Ama önemli olan anlaşılırlık zaten." diye devam ediyor. "Bu hisleri sürekli veya aralıklı olarak dile getirdiğin insanlar bir dönemden geçtiğini, bunu herkesin yaşadığını, günümüzde çok yaygın olduğunu DAHA DA KÖTÜSÜ bir şeyin olmadığını söylüyorlar. Ben teselli aramıyorum oysa biraz ilgi, sevgi ve anlayış. Belki yol gösterirler. Bunlar vermesi zor şeyler olmamalı. Biliyorsun Laura, sevdiğin insanların desteğiyle kanseri bile yeniyorsun." oturduğu alçak ağaç dalından aşağı atlıyor. "Belki bir falezden aşağı uçmalı veya böyle güzel ağaçların olduğu bir yerde birkaç kutu ilaç içmeli. Silah sıkmamalısın böyle yerlerde kuşları ürkütebilirsin. Biliyor musun ben gördüğüm nesne ve mekanlarda intihara uygunluk arıyorum." Gülüyor biraz. "Nasıl yani?" diyorum. "Şöyle, saçma sapan bir şey bu ama stres çarkıyla ölür müyüm tarzı sorgulamalar. Bir ağaç dalı mesela, (ağaç dalına vuruyor birkaç defa) bu ağaç dalına kendimi asabilir miyim gibi şeyler." Tek elim çenemde bağdaş kurmuş oturarak 'ı dinliyorum. "Birileri sana ilgi sevgi ve anlayış göstersin diye intihar mı edeceksin?" diyorum. "Anlamıyorlarsa neden olmasın? Ben artık uyumadan önce bunları düşünür oldum. İnsanlara mektup mu yazsam mesaj mı çeksem bazılarını arasam mı diye planlar bile yapıyorum. Ha bir de o var, kimin kanseri olacağın. Yani kendini öldürmeden önce aradığın son kişi ya bu hayatta en sevdiğin ya da en nefret ettiğin kişi olmalı. Nefret ettiğin kişi olabilir çünkü vaktinde sözlerine kulak asmayan, yanında olmamış bu kişiyi aslında kendinle beraber öldürmüş oluyorsun." Dikkatle dinliyorum, çok mantıklı. "Çünkü geç kalınmışlık kadar insanı tüketen ikinci bir şey bilmiyorum. Belki çaresizlik. Aslında aynı şeyler bunlar. Konumuzu dağıtmak istemiyorum. Ben ilgi çekmek için işi intihara götüreceğimi sanmıyorum Laura. Yani ben hayattan memnunum görüyorsun. Benim yaptığım garip fantazilerle kafa bulmak. Kendimi öldürmeyi düşünmekten çok kendimi nasıl öldürürümü düşünmek. Ekstrem bir spor gibi düşün bana keyif ve heyecan veriyor." Kahkaha atıyor, ben de gülüyorum. "E o zaman niye açtın bu konuyu?" diye soruyorum. Tekrar ağaca yöneliyor, alçak dala yavaşça tırmanıyor. Sorumu cevaplamayacak sanıyorum ama beni fazla bekletmeden konuşuyor, "Sana biraz akıl vermek için Laura, belki de cesaret." 

21 Temmuz 2017 Cuma

14/07/2017

12:02

Gitseniz yokluğunuzun fark edilmeyeceği bir yerde durmaya devam ediyor musunuz? Ben küçüklüğümden beri aşamadım bunu. Kalıyorum orada öyle, insanlar görünmezmişim gibi davransalar dahi terk edemiyorum orayı. Belki görünmez olmayı belki ortamı sevdiğimden. Tek bildiğim gidemediğim.

13 Temmuz 2017 Perşembe

13/07/2017-14/07/2017

11:53

Dişim koptu, söküldü, kırıldı her neyse artık yerinde yok. Ve sikik arkadaşım
"Japonların bozuk diş fetişi var biliyor musun?" diyor. Hayır, aptal japonların aptal seks fantazilerinden bihaberim. Sonra sürdürüyor, "Yaptıramayacağın bir şey değil." Yaptırabileceğimi ben de biliyorum ama bu kaybediş anını doruklarda yaşamama engel oluyorsun. Gerçekten çirkin görünüyorum, Hugo gibi hissediyorum kendimi. Zaten aynada bakınca beğenmediğim şahsım bir de ağzını açınca oradaki boşluk için endişelenmek zorunda şimdi. 2'si 1 arada kahveme bir küp şeker atıp karıştırıyorum.
"Sanırım onu içmemelisin." diyor. Bir yudum alıp her şey yolunda bakışı atarak ağzım kapalı bir biçimde gülümsüyorum.
"Fazla paraya patlar mı acaba? Sigorta karşılar belki. İstemsizce oldu sonuçta. Ha, nasıl oldu demiştin?"
Dememiştim, bir şey anlatmadım henüz.
"Hatırlamıyorum ki. Düşüvermişim öyle, uyandığımda yemek yedim dişimi fırçalarken kopan dişi hissettim. Çıkardım sadece."
Dinledikten sonra biraz susuyor.
"Diş nerede peki?
Diş nerede mi? Attım işte.
"Bilmem."
"Peki ama bayıldın mı ne oldu da düştün? Düşmeden önce çeneni falan mı çarptın bir yere?"
Belki de buna fazla anlam yüklüyoruzdur. Yani çürüyen bir diş de pek ala kopabilir.
Japonların fantazilerini sikeyim.
"Herhalde bayılmışım ya."
Acayip sıkıldım bu konuşmadan keşke evimden gitse.       köşeden gülüyor. Konuşmaya katılmadı bile arkadaşımdan pek hoşlanmaz. Kaybettiğim bir dişle alakalı neden buraya yazıyorum cidden bilmiyorum. FBI yetkilisi arkadaşım da sorgulamanın bir yere varmayacağını hissetmiş olacak ki kalkıyor, "Yapacak birkaç işim var. İstersen dişçiye gelirim seninle.       mı gelir veya? Nasıl istersen, beni önceden ara yeter." diyor.
"Teşekkür ederim, sana haber veririm." diyorum kuru birer öpücük konduruyorum yanaklarına.        da el sallamakla yetiniyor. Evden çıkıp gidiyor.
Bana kızmasınlar ama Japonlar hakkaten sapkın adamlar.

01:14